Mustafa Onat's items Go to Must.'s photostream

26 Aralık 2010 Pazar

Mavi Marmara'yı karşıladık


22 Mayıs 2010 tarihinde, Gazze’ye insani yardım götürmek amacıyla İstanbul’dan yola çıkan Mavi Marmara gemisi bugün İstanbul’a döndü. 37 ülkeden 578 yardım gönüllüsü ile birlikte 6 gemiden oluşan yardım filosu, 31 Mayıs 2010 sabahı uluslar arası sularda İsrail askerlerinin saldırısına uğramıştı. Saldırıda 9 yardım gönüllüsü İsrail askerleri tarafından şehit edilmiş, 50’den fazla gönüllü yaralanmış ve gemilere de el konmuştu.

İsrail’in insan hakları ve uluslararası hukuku ihlal ettiği Birleşmiş Milletler tarafında da tespit edildi ve raporlandı; fakat somut bir yaptırım uygulanmadı. 7 Ağustos 2010 tarihinde Türkiye’ye teslim edilen ve bir süre Mersin’de bekletilen Mavi Marmara gemisi bugün 9 eksikle İstanbul’a ulaştı. (1 yaralının da Ankara’da yoğun bakımda olduğunu ekleyelim)

Karşılama programına her yaştan binlerce insan katıldı. Biz de birkaç arkadaşımla birlikte oradaydık. İHH yetkilileri, gemideki saldırı izlerinin yok edilmediğini ifade etti. Gönüllülerin hayatlarını kaybettiği yerler hala aynı izleri taşıyormuş. Bugün sadece şehit yakınları, Mavi Marmara'da yer alan gönüllüler ve yabancı konuklar gemiyi ziyaret edebildi. 1 hafta boyunca ise isteyen herkes Sarayburnu iskelesinde gemiyi ziyaret edebilecek.

Not: Bazı platformlarda, Mavi Marmara'nın da içinde bulunduğu yardım filosunun amacını sorgulamaktan öteye geçerek; gönüllüleri suçlacıyı ve aşayılayıcı bir tutum içinde olanlar için, İsrail'i suçlu bulan BM raporu bu ya da bu linkte.. Türkçesi için de, raporla ilgili haberlere, isteyen bu bağlantıdaki inandığı ve güvendiği kaynaktan bakabilir.


Gemiden bir mürettebat




23 Aralık 2010 Perşembe

Dünya ve Ben

Kitabın isminden anlaşılacağı gibi, kendisini ve hayatını anlatıyor yazar. Fakat her şeyi olduğu gibi anlatmıyor. Neyin gerçek, neyin hayal ya da kurgu olduğunu anlamak için birkaç sayfa geçmesi gerekiyor bazen. Mesela hem anne ve babası tarafından evlatlık edinilmiş olduğunu düşünüyor; hem de sekiz öz kardeşine rağmen evin tek çocuğu olduğunu… Kafasında kurguladığı şeylerin gerçek olmadığını bildiği halde onlara inanıyor ve belli bir müddet okuyucuyu da buna inandırıyor. 

Ayrıca yazar kronolojiye bağlı kalmamış. İçinde bulunduğu yolculuk sırasında, o anda neredeyse, geçmiş zamanda orada yaşadıklarını anlatmış. Bu nedenle bazen yazarlığı sonrasını, çoğu zaman da çocukluğunu okuyoruz. Kitabın en akılda kalıcı bölümü, Juan José Millás’ın yazarlığa başlamasına sebep olacak cümlenin açıklandığı bölümdü sanırım. Hoşlandığı kız kendisini reddederken Millás’a, “benim için ilginç değilsin” diyor. O da kelimelerin yerini değiştirmeyi ve aralarına bir virgül koymayı akıl ederek cümlenin anlamında kendince değişiklik meydana getiriyor. Yani her zamanki gibi kendini kandırıyor. Yıllar sonra yeniden karşılaştıklarında, yazar olmasında onun da etkisi olduğunu söylüyor kıza. Ayrıca “o virgülü oraya hangimizin koyduğunu hep merak ettim” diyerek kızın ne düşündüğünü de soruyor:

“Ben koymuş olsaydım yazar olmayacaktın. O virgülü sen koyduğun için yazar oldun. Yazar oldun, çünkü gerçekliği değişikliğe uğratarak anlatmak için kaynaklar icat ettin.”

Bu arada kitap Avrupa’da ödüller almış. Yazarla ve kitapla ilgili bilgilere şuradan ulaşılabilir. Ayrıca psikolojik roman sevmeyenler sıkılabilir. Ben de sıkıldığımı fark ettiğimde yarısına gelmiş olmasaydım, devam etmeyebilirdim.

19 Aralık 2010 Pazar

Av Mevsimi


İki buçuk saatim boşa gitti diyemem ama beklediğimi bulduğumu da söyleyemeyeceğim. Bunun birçok sebebi var. En başında, 4-5 yılda bir, sadece Yavuz Turgul filmlerinde oynayan Şener Şen’in oynadığı Ferman Komiser karakteri olmamış bu filmde. Büyük ustadır, üstattır vs. malum. Eleştirecek bilgi, birikime de sahip değiliz ama beğenmeyi geçtim sıkıldım maalesef. Gönül Yarası’ndaki emekli öğretmen ve Kabadayı'daki emektar kabadayıdan daha farklı değil Av Mevsimi'ndeki "Avcı" karakteri. Olaylara yaklaşımı, ekibine fırça atarken bile kaybetmediği nezaketi, düzgün Türkçe’si ve aynı babacan tavrı ile ezbere bildiğimiz bir karakter olmuş. Oyunculuğu ile ilgili değil sorunum. Kendisi için hazırlanan rol yetersizdi bana kalırsa. Art arda oynadığı rollerin temel olarak birbirine benzemesinin sebebi sürekli aynı senaristle çalışması olabilir.

İkinci karakter Cem Yılmaz'ın oynadığı Komiser İdris ya da "Deli İdris". Bu sefer komedi oynamadığını söylese de içinde mizah barındıran, dengesiz bir komiseri oynamış. Filme yakışmış bence. En çok onu beğendim hatta. En azından Şener Usta'nın aksine aşina olmadığımız, farklı bir karaktere bürünmüş. Okan Yalabık, ekibe sonradan dahil olan ve Antropoloji yüksek lisansı yapan çömez bir cinayet polisi. Filmin sonuna kadar hikayenin bir yerinde çözüme katkı sağlamasını filan bekledim. İşi öğrenmek yerine psikolojisi bozuldu, hatta delirdi filmin sonunda. Genelde nasıl bir ekibe dahil olursa olsun bu tür çömez karakterlerin sorumluluk üstlenmek gibi bir misyonu vardır. Ama bu sefer bir şekilde onun üstüne yıkılmadı hikaye. Bu konudaki beklentilerimi boşa çıkararak ters köşe yaptı belki film ama filmin bu hissi böyle yardımcı bir rolde değil, senaryoda yaşatması gerekirdi. Polisiye kurgularda olması gereken gerilim, sürükleyici öğeler, takip ve heyecan duygusu da yoktu filmde.

İkinci yarısında filme dahil olan Çetin Tekindor'da filmi kurtarmaya yetmedi. Cinayeti onun oynadığı Battal Çolakzade karakterinin işlediğini hemen anlıyorsunuz. Sadece cinayetin neden işlendiği konusunda izleyiciyi yanıltmayı amaçlayan bir yan hikaye var. Bu konuda da pek başarılı değil senaryo. Neresinden tutsanız elinizde kalacak, gereksiz yere uzatılan, sıradan bir film olmuş. Kısaca söylemek gerekirse, oyunculuklar başarılıydı ama senaryo eksikti.

Yavuz Turgul’un filmle ilgili birkaç röportajını izledim. Öncelikle biraz sıra dışı ve zor bir adam. Kendisiyle ilgili soruların çoğuna cevap vermiyor ve böyle durumlarda karşısındakinin gözlerine bakıyor sadece. Kerpetenle bile ağzından laf alınamayacak kadar ketum. Ayrıca kendisine yöneltilen övgüleri kabul etmeyecek hatta bu konuda bir şeyler söylemenize müsaade etmeyecek kadar mütevazi. Filmle ve kendisiyle ilgili övgü içeren cümleler karşısında; “Ben o söylediklerinizi kabul edemem. Bunu ancak izleyici takdir edebilir” demişti. Benim de sıradan bir izleyici olarak düşüncem "bu sefer olmamış” maalesef.

Günün güzel tarafı filmden sonra uğradığımız Köfteci Ramiz’di. Daha önce de birkaç farklı şubesinde köfte yemiştim ama bu seferki, Edirne’deki Park Köftecisi Osman Usta’dan sonra yediğim en lezzetli köfteydi. Bundan sonra her fırsatta yolumu aynı mekana düşüreceğimden şüphem yok.