Mustafa Onat's items Go to Must.'s photostream

30 Nisan 2012 Pazartesi

Çubuk Gölü

Öğrenciliğimin bir kısmı Bolu'da geçti. Şehrin sokaklarını avucumun içi gibi bilirim. Ana caddedeki kaldırım taşlarının sayısı ve dükkanların sırası da dahil. Yedigöller, Gölcük, Aladağlar, Kartalkaya ve hep abartıldığını düşündüğüm Abant'a vs.. gittim ama Göynük tarafına gitmemiştim. Bir önceki yazıda değindiğim gibi güzel bir ilçeymiş. Öğleden sonra yarım saat kadar uzağındaki Çubuk Gölü'ne gittik.

Bir film çekimi için göl kenarında sembolik yel değirmenleri yapılmış. Üstünkörü inşa edildiği için çarklar kırılmış, binalar yıpranmış. Etraftaki çitler de çoğunlukla yıkılmış. Hepsinden önemlisi turizme açık alanda su yok. Ateşi bulduk, tekerleği bulduk (şaka değil, at arabası tekerleği) ama suyu bulamadık. Ama biz de kaçın kurasıyız; hemen ilkel şartlara ayak uydurduk. Gölün karşı kıyısındaki köyden aldık suyumuzu. (son fotoğraftaki köy) Sonrasında yiyecekler, semaver filan var ama onlardan bahsetmeyeceğim. Şunu bilseniz yeter; öyle böyle değil, deli gibi semaver yakarım.

Zoraki olarak bir araya gelmiş bir grupla değil; birlikte eğlenebilen kafa dengi insanlarla biraz oksijen depoladık. Birkaç fotoğrafla bitirelim.
Flickr'da başka fotoğraflar da var.

26 Nisan 2012 Perşembe

Göynük

Sokaklarda gezerken, karşımda bir insan gördüğüm an makinemi aşağı indirdim. Kendilerini çektiğimi düşünmelerini istemedim. Mümkün mertebe iletişim gayretinde de olmadım. Orada yaşayan insanları rahatsız etmekten kaçınma kaygılarıma rağmen, aramızda beş metre varken bile selam verip "hoşgeldiniz" dediler.

Önünden geçtiğim hediyelik eşya satan bir dükkan sahibi, kapıya çıkarak ilgilenmeye başladı. "Herhalde bir şeyler satmaya çalışacak" dedim içimden. Öylece gezdiğimi söylediğimde; "şurada bilmem kaç yıllık bir bina var, şurada çınar ağacı var, görmeden gitmeyin" diye gönüllü rehberlik etti. Onu diğer esnaflar takip etti. Evinin önünden geçtiğimiz teyzeler de, aynı sıcakkanlılıkla bir şeyler ikram etmek istediler. İlçelerine gelenleri hemen fark edip, üzerlerindeki 'yabancılığı' yok etme girişimlerinde bulundular hep. Başarılı da oldular. Birkaç saatte Göynük'lü olduk. :)

23 Nisan 2012 Pazartesi

Taraklı

Bir tatil gününde, sabahın köründe uyandıysam; bunun için makul sebeplerim olmalı. Mükellef bir kahvaltı yetmeyebilir mesela. Beni yemekle kandıramazsınız. Ama gezmeye gelirim. Fizan'a kadar ya da Lozan'a kadar gidebilirim.

Dün Taraklı, Göynük, Çubuk Gölü'ndeydik. Taraklı, Sakarya'nın küçük bir ilçesi. (ttnet'in Şener Şen'li reklamındaki köy) İlçelerine gelenleri müşteri gibi değil, misafir gibi ağırlayan insanların yaşadığı bir ilçe. Fotoğraflar Taraklı'dan..


Zaman her şeyin ilacı değildir. Yıkıcı da olabilir.

15 Nisan 2012 Pazar

Hissiyat

Buraya bir şeyler yazacak, birkaç küçük not düşecektim. Hep başka yerlere yazdım. Başka yerlere önemli maddeler sıraladım. Aradan yine zaman geçti.

Uzun uzun yazmak, gevezeliğin bir başka türü müdür? Bundan emin değilim. Derdimi kısa cümlelerle anlatabilmek isterdim. Böyle yaptığımda yanlış anlaşılma endişesi duyuyor ve anlattıklarımı gerekçelendirme ihtiyacı hissediyorum. Sonra da yazı uzuyor. Bildiğin gibi değil; uzadıkça uzuyor. Bu sayfanın tapulu sahibi olmama rağmen, düşündüklerimin ne kadarını buraya yazacağımdan emin olamayabiliyorum bazen. Başka bir yere de not düşmüştüm, kendimi tekrar edeceğim: Sanırım kurumsal yazışmalar insanı standartlaştırıyor. Bu yüzden yazdığım çoğu şeyde gereksiz ve sıkıcı bir resmiyet var. Bak yine öyle oldu.

Uzun yazmayayım derken yazıyı uzatıyorum. İflah olmaz klavye tiryakiliği benimkisi. Şu yazının devamını yazacaktım, üzerinden 2 hafta geçmiş. Başka bir şey yazmayayım, birkaç fotoğraf ekleyeyim, rahatsızlık vermeyeyim.



Devamı Flickr'da.

1 Nisan 2012 Pazar

Semavi Hoca

Epeydir hafta sonu tatili, mesai mefhumu gibi sınırlarım yok. Elli kez yazdım herhalde. Cumartesi günleri tatil yapamayanları şimdi çok daha iyi anlıyorum. Bu hal içindeyken, bugün atölyenin bir aktivitesi vardı. Katılıp katılmama konusunda tereddüt etmiştim. Tembelliğime yenilmek üzereydim ki, bir anda kendimi dışarı attım. İyi ki de atmışım. Kaç yıldır İstanbul'da yaşayan ve epeyce gezen biri olarak gitmediğim enfes yerler varmış. Hep ertelediğim birkaç mekana gitme fırsatı da buldum. Bunlardan başka zaman bahsederim.


Günün sürprizi, bulunduğumuz yere Sanat Tarihçisi ve otoritelere göre yaşayan en saygıdeğer Osmanlı, Bizans ve İstanbul Tarihi uzmanı Prof. Dr. Semavi Eyice Hocamızın gelmesiydi. Kendisini televizyon programlarından tanımıştım. Boş kaldıkça ve aklıma geldikçe program kayıtlarını hala izlerim. ( http://tvnet.tv.tr adresinden, program bölümünde 'İstanbul' seçilerek İstanbul'u konu alan tüm programlarına ulaşılabilir)

Haliç'e karşı çayını yudumluyordu. Rahatsız etmekten çekindiğim için biraz beklediysem de dayanamadım, hal hatrını sormak için yanına gittim. Çok sıcak karşıladı. Sonrası nasıl oldu bilemiyorum ama en az yarım saat dünyaları anlattı bize. Ayrılmak zorunda olmasak anlatmaya da devam ediyordu. Bir arkadaşım bir şeyler sormak için ona ulaşmasının mümkün olup olmadığını sorduğunda, bizi evine davet etti. Biz rahatsız etmekten çekinirken; O her şeyini paylaşmaya hazır bir bilge. Cümleyi "gibi" diyerek bitirmedim, çünkü öyle. Mest olduk.

Bu arada, yıllardır tanışıyormuşuz hissi uyandıran güzel insanlarla da tanıştım. Atölyeye nefeslenmek için gittiğimi söylüyordum; derin bir nefes daha aldım.