Mustafa Onat's items Go to Must.'s photostream

11 Temmuz 2012 Çarşamba

Cumalıkızık


Kıyısından, köşesinden birkaç kez geçmeme rağmen Bursa’yı bilmiyordum.  Hep başka nedenlerle gittiğim için şehirde gezme imkânı bulamamıştım. Bu kez gezme amacıyla gittiğimde, garip bir şekilde ilk kez gördüğüm mekân ve caddeler çok tanıdık geldi. Birkaç saat içerisinde, soranlara yol tarif etmeye bile başlamıştım. Son andaki, ancak aksiyon filmlerinde yaşanabilecek feribota yetişme telaşını saymazsak her şey kontrol altındaydı.

Görülmesi gereken her yer bir günde gezilemeyeceğinden ve koşuşturma halinde gezmekten hoşlanmadığım için, şehir merkezini birkaç mekânla sınırladık. Sonrasında Osmanlı İmparatorluğu ile eş zamanlı olarak kurulan ve mimari yapısı günümüze kadar korunan Cumalıkızık’a  hareket ettik. Hafta sonları kahvaltıya gidenler nedeniyle kalabalık oluyormuş. Gruplar halinde gezen, dizi ve filmlerde izledikleri mekânları heyecanla birbirine anlatan insanların arasında işe yarar birkaç fotoğraf çekmeye çalıştım. Tepemizdeki güneş ve yağmura hazırlanan bulutların etkisiyle sonucun pek tatmin edici olduğunu söyleyemem. Sürekli parlak ve bembeyazdı gökyüzü. Belki de benim beceriksizliğimdir, bilemiyorum. :/ Yine de köydeki her sokağa girdim, saatlerce dolaştım.

Köyde yaşayan insanlar turizm potansiyelinin etkisiyle evlerini kafe-restoranlara çevirmişler. Çoğunlukla iki katlı olan ahşap evlerin girişinde hayat denilen bir alan var. Garip ve anlamlı bir isimlendirme olduğunu düşünmüşümdür hep. Bazı insanların hayatı sadece o alanlarla sınırlıdır. Bizim köydeki eski evlerde de bulunurdu. Bazen ahıra, bazen kümese, bazen odunluğa, bazen kilere açılan bu alanlarda, tarla ve bahçelerde üretilen ürünlerin arta kalan işleri de görülürdü. (Tütün dizilir, ceviz, mısır, fasulye ayıklanır vs.) Cumalıkızık’ta, aynı zamanda evlerin arkasındaki bahçelere açılan bu alanlar yöresel kahvaltıların ve yemeklerin sunulduğu mekânlar olarak değerlendiriliyor şimdilerde.

Köyün girişindeki meydanda yöresel ürünlerin satıldığı bir pazar var. Kadınlar, kendi ürettikleri reçelleri, hamur işlerini ve turşu çeşitlerini bu meydanda satıyorlar. Rengârenk kavanozların içlerindeki reçel ve pekmezlerin üretildikleri meyveleri hayal gücünüze bırakıyorum.

Flickr'da şimdilik birkaç fotoğraf daha var. Güncellenecek.

5 Temmuz 2012 Perşembe

Farkındalık bildirisi

Doyumsuz bir insan değilim. Çok küçükken, cebimdeki iki elmadan küçük ve nispeten az olgunlaşmış olanını önce yeyip; yine kendim için ayırdığım büyük ve kıpkırmızı elmayı o anda karşılaştığım birine vermem gerektiğinde nasip kavramının ne olduğunu fark ettim. Önce büyük ve kıpkırmızı elmayı yemediğim için pişman olsam da; sonraları yeşile, sarıya, kızıla boyanan meyve bahçelerinde geçti çocukluğum.

Hırslı bir insan değilim. Amaçladığım ve hedeflediğim üniversitelerin istediğim bölümlerini rahatlıkla kazanabilecek durumdayken, katsayı uygulamasının önümüze set gibi örülmesi sonucunda, her şeyin elimde olmadığını fark ettim. Ne kadar azimli ve hırslı olursam olayım, etkisi altında olduğum ve değiştiremeyeceğim parametrelerin varlığını fark ettim. Katsayı kavramını duyduğum her yerde, orada bir eşitsizlik ve adaletsizlik yaşandığını fark ettim. O zamana kadarki her koşulda birinci olma gayretimin, katsayı kavramının hayatımıza girmesiyle köreldiğini fark ettim. Şampiyon olmak varken, ikinci olmak -hatta kimi zaman başarısız olmamak bile- yeterli göründü gözüme. Gözü dönmüş bir hırsla çalışmak yerine, insanca çalışıp tevekkül etmenin huzurunu fark ettim.

Kontrolsüz bir insan değilim. Girmeyi hak ettiğim kapılar kilitliyse kırmadım; ama bacadan girdim. Su varacağı yere akarken hep en kısa yolu bulur, oradan akar. Ben hedeflediğim yere hak ettiğim şekilde ulaşmam engellendiği için daha uzun, dolambaçlı ve çetrefilli yolları dolanmak zorunda kaldım. Kolaylıkla sahip olabileceğim diplomalar için türlü cambazlıklar yaptım. Tüm bu eziyetlere, kendimi ispat etmek için değil, kendimi test etmek için katlandığım gerçeğini bir kez daha fark ettim.

Maalesef daha bir çok şeyin farkındayım. Sırf bu farkındalık yüzünden; emek, özen ve sabırla dizdiğim domino taşlarına, orta yerinden tekme savurma öfkesiyle taşan bir ruh halindeyim şu an. Saman alevi gibi bir öfkeye sahip olmadığım için kendimi şanssız sayıyorum. İş yerlerinin düğün salonlarından sonra, riyakarlığın ve çekememezliğin en çok yaşandığı yerler olduğunu sekizbininci kez fark ettim. Fakat çalışma hayatına girersem bu yazıyı sonlandıramam. Sınırsızca yazabilecek gevezeliğime rağmen, şu an üşengeçliğime engel olamayacağımın da farkındayım.

Yazdıklarımın ne kadar sıkıcı olduğunun farkındayım. Çoğunuzun buraya kadar okumadığının da farkındayım. Yine de -bir umut- yazdım. Umudum olmasa bahsettiğim öfkeye yenilirdim zaten. Epeydir şarkı paylaşmadığımı fark ettim. İçeriğe uygun bir Hauschka şarkısı ile bitireyim. Aslında bu şarkıyı ayrıca anlatmak gerekir ya...

1 Temmuz 2012 Pazar

İznik

Daha önce "bir tatil gününde, sabahın köründe uyandıysam; bunun için makul sebeplerim olmalı" demiş miydim? Bunu söylediysem, mükellef bir kahvaltıyla kandırılamayacağımı da eklemişimdir. O zaman bu bahsi geçiyorum.

Geçtiğimiz haftalarda bir devlet yetkilisi, İstanbul'daki mevcut trafik çilesinin -köprülerdeki bakımla birlikte- iyice keşmekeşe dönmesi nedeniyle, İstanbul'da yaşayanlardan bir şey rica etti. Aslında buna rica değil de, kontrolsüz bir zihnin ürettiği saçma sapan bir çözüm önerisi de diyebiliriz. Ben ikincisini tercih ediyorum. Birkaç gün bu öneriyle eğlendikten sonra, güzel bir ekiple İznik'e düştü yolumuz. "Madem köprüleri bozduk, şehrin vidalarını gevşettik.. Daha çok zarar vermeden gidelim bari" dedik. Bizim de memlekete bir katkımız olsun.

İznik, İznik Gölü'nün kenarına kurulmuş, zeytin ve meyve bahçeleriyle çevrili bir ilçe. Göl demişken; İznik'li iseniz, bilmeyen bir arkadaşınız geldiğinde hava atmak için göl yerine deniz olduğunu rahatlıkla söyleyebilirsiniz. Anlaması mümkün değil. Göl kenarında mükellef bir kahvaltının devamında biraz turladıktan sonra; her köşebaşında çinicilerin yer aldığı, sanatkâr bir milletin yaşadığı, dümdüz ve düzenli sokaklarını gezdik İznik'in. İlçede, sokak ve caddelere adilane bir şekilde serpiştirildikleri izlenimi edindiğim çok sayıda tarihi bina ve yapı gördük. Hepsini birkaç saat içerisinde gezebiliyorsunuz. Fakat belirttiğim gibi -birkaç istisna dışında- bu yapılar ilçeye dağılmış durumda. 
Ayasofya Camii


Kent Müzesi ve ismini hatırlayamadığım bir cami. İsim levhası bize dönük cephede olsaymış keşke :/

İstanbul kapı.
İlçenin tarihteki önemi nedeniyle korunaklı 4 kapısı varmış.
Sizi gölgemle tanıştırayım :)

Gece İstanbul'a döndüğümüzde gördük ki; trafikte bizsiz de bir şey değişmemiş. Yok yere günah keçisi olduk iyi mi?