Mustafa Onat's items Go to Must.'s photostream

17 Ekim 2011 Pazartesi

Fırsat maliyeti

Fırsat maliyeti diye bir gerçeğin varlığından haberdar olmasaydım, -belki- bu kadar kararsız olmayabilirdim. Hatırladığım kadarıyla, çocukluğumda herhangi bir konuda seçim yapmak bu kadar zor değildi benim için. Hem önemli kararlar almıyordum hem de bu tür şeyler üzerine kafa yoracak kadar büyümemiştim.

Zaman geçti. Üniversitede fırsat maliyeti (alternatif maliyet) kavramı ile tanıştım. İşletme, iktisat vs. fakültelerinde okutulan ders ve konular, çoğumuz için kimi zaman pek bir şey ifade etmeyebilir. Ya da sıkıcı gelebilir en azından. Fakat bazı kavramlar ders kitaplarında sıkışıp kalmaz, hayatımıza girer. Fırsat maliyeti de öyle bir şey işte. Literatürdeki tanımına detaylıca girmeyeceğim. En basit haliyle fırsat maliyeti; vazgeçtiğimiz seçeneğin muhtemel getirisidir. Yani seçmediğimiz her alternatif için bir bedel ödüyoruz. Bu noktadan yola çıkarsak; yaptığımız her seçim ya da aldığımız her kararın bize sağlayacağı fayda, seçmediğimiz alternatif durumun, onu seçmiş olmamız durumunda bize sağlayabileceği muhtemel faydadan az ise yanlış karar vermişiz demektir. Biraz karmaşık gelebilir ama öyle değil.

Birçok parametreye endeksli kişisel kısıtlar nedeniyle, karar alma süreci zaten ağır işleyen bir bireyken; fırsat maliyeti diye bir kavramın varlığından haberdar olduğumda başıma geleni siz düşünün. Yok yok, neyseki beklediğim gibi olmadı. İlk başlarda, her seçenek üstüne biraz daha çok kafa yordum sadece. Bir süre sonra benzer durumlarda, daha önce verdiğim kararları tekrarlamaya başladım. Yani kişisel bir ezber oluşturdum. Zaman kaybettiğimin farkına vardığım andan itibaren, doğruluğundan emin olduğum seçimler için yeniden düşünme ihtiyacı hissetmeden -karar verme sürecini atlayarak- uygulama aşamasına geçtim. Bu kişisel ezber durumu, kendini tekrarlamak gibi algılansa da, insan hayatını kolaylaştıran bir şey aslında. Her defasında sizi pişman eden bir mekandan bir daha alışveriş yapmazsınız. Canınız köfte istediğinde, köfteyi çiğ bırakmayan, istediğiniz gibi pişiren mekana gidersiniz. Fakat dediğim gibi bu kolaylık sadece sıklıkla yapılan seçimler için geçerli. Daha önce karşılaşmadığınız bir durum için seçim yapmanız gerektiğinde fırsat maliyeti kavramı bir kez daha kararsızlığınıza zirve yaptırabiliyor.

Bu yazıyı yazmak için harcadığım sürede, biraz dergi karıştırsam daha mı iyi olurdu acaba? Ya da önümdeki raporlara göz atabilirdim pekala!

14 Ekim 2011 Cuma

İstanbul sahipsiz!


Şu anda camdan dışarı baktığımda sadece beton yığını görüyorum. Bu şehirde yaşayan insanların barınma ve ulaşım gibi temel ihtiyaçları şehre bu kadar zarar vermeden giderilebilirdi. Bu bir olasılık değil, zorunluluk olmalıydı. Ama bunun için şehrin, medeniyet ve estetik gibi kaygıları olan, ehil kimselerce yönetilmesi gerekirdi. Geldiğimiz noktada İstanbul’un hem alt yapısı hem de üst yapısı maalesef acınacak durumda.

Ziyaret ettiğimiz, varlığından mutlu olduğumuz, övündüğümüz ve koruma altına aldığımız bölgelerin hiçbiri yakın tarihimizde inşa edilmemiş. Yeni olan her şey, içinde sorun barındırıyor. Eski mirası korumak için yeterince gayret gösterilmiyor. Ben bu konuda sayfalar dolusu yazabilirim ama bu yazdıklarım yeterince sıkıcı zaten. Daha fazla uzatmayayım. Bu linkte hepsi ve fazlası var.

11 Ekim 2011 Salı

Onbirekim.


Onbirekim.
Sekizsekizbuçukyadaengeçdokuz.
Birtelaşolmalıevde?

***

Yine bir 11 Ekim sabahı.
Bu sefer telaşa gerek yok. Oradan oraya koşuşturmayın.
Her şey kontrol altında.

2 Ekim 2011 Pazar

Hava aldık..

Evet; hem gerçek anlamda hem de mecazi anlamda hava aldık. Ama boğaz havası. Tesellimiz de bu oldu. Daha önceki performanslarımız şirket koridorlarında suni bir beklenti oluştursa da, bu sefer palamutlar bize oyun oynadı. Daha önce de bahsetmiştim;  ne doğru dürüst balık yerim ne de balıktan anlarım. Ama "bilmemek ayıp değil, öğrenmemek ayıp" der büyükler.

Bugün öğrendiklerime gelirsek; palamutlar genelde sürü halinde gezerlermiş. Biz Sarıyer'den Anadolukavağı'na kadar sürekli gezindik. Amaç palamutlara rastlamak. Fakat boğazda bile ağ ile avlanan balıkçılar yüzünden işler kesat gitti. Bizim dışımızda 40-50 civarında tekne de çoğunlukla boş döndü bugün. (Öğlene kadar sadece 3-5 tane tutanlar oldu) Koca boğazda dönüp durduk. Yeterince vakit kaybedince de palamuttan vazgeçip istavrite döndük. Oradaki performansımız fena değildi. Eli boş dönmedik iskeleye. Kaptanımızın dediği gibi, "balık sabır işi."

Sabah güneş doğmadan denizdeydik. Kahvaltımızı denizde yaptık. Muhabbet de güzeldi. Başta da söylediğim gibi yazdan kalma bir günde boğaz havası aldık. Av beklediğimiz gibi geçmese de, en azından tekneden kıyıdaki İsmail abi'ye el salladık..





Flickr'da daha fazla fotoğraf var.